Deniz'in Washington Günlüğü
Home
Posts RSS
Comments RSS
Edit
sosyete mahallesinde (bizim maalle) vakit geçirmek
3:50 AM - Posted by deniz -
1 comments
Pazar günü Daniel'a, ''Yelda ile bizim maallede kahve içmeye çıkıyorum'' diyip evden bir çıktım, çıkış o çıkış. Saatlerce sokakta gezdim. Bebek bakıcılığı Daniel'a kaldı. Üstüne bi de kahve bile içmedim. Neler yaptım anlatiyim.
Yelda'dan önce bir mesaj geldi telefonuma, ''Mac'de buluşalım''. Benden yanıt şöyle oldu: ''Mac nedir?''. Bu arada Daniel'a sordum, o da ''Mc Donalds mı acaba?'' dedi. İyi de Yelda bana niye Mc Donalds'da buluşalım desin? Pek nefis bir yer sayılmaz buluşmak için. Bir de o kadar zaman olmuş ki ben sokağa çıkmayalı. Sağolsun Mehtoşcum arabayla evden aldı, eve bıraktı 9 ay hamilelik boyunca. Bebek doğduğundan beri de köşedeki kahveye gidiyorum çok çok. Mac, makyaj malzemeleri satan mağazanın adı. Mesajlaşmalardan hayal meyal hatırladım, öyle birşey yeni açıldı bizim mahalleye de. Bir tane de Georgetown'da var. Bizim mahalle, geçenlerde hakkımda yapılan bir dedikoduyu aktaran kişi sayesinde öğrendiğim üzere ''sosyete maallesiymiş''. Tabii ben de sosyete olduğum için başka nerde oturcam? Tiffanys'e komşuyuz diye, olduk sosyete! Daniel'ın bana acilen elmas bişey alması gerekirse Tiffanys iki adım ötede, kolaylık oluyor tabii, orası ayrı. Bu espriyi Yelda'ya yapmıştım daha önce, Yeldacım sen burayı okuma istersen. :))
Mac'e girdim, baktım Yelda yüksek sandalyelerden birinde oturmuş, orada çalışan kızlardan birine göz makyajı yaptırıyor. Hah dedim, tam aradığım fırsat. Hep böyle birşey yaptırmak istemişimdir, gün bugünmüş. Ben de oturdum, o göz farı mı bu göz farı mı diye denemekle başladım. Hayır bir de ne yapacağım makyaj malzemesini? Benim daha aylarca evden çıkmam zor. Etiyopyalı bakkal teyze Teni'nin dükkanına gidip kahve içerken mi yapacağım makyajı acaba?
Üzerimde eşofman, Airmax 360 ve de mont. Ama yüzüm, Beyaz Saray'da Obama'nın verdiği bir davete katılacakmışım kadar makyajlı. Mac'te çalışan kız, önce gözüme bir sürme çekti, kuyruklu kuyruklu. Aynısını Yelda'ya da yaptı. Aynada Yelda ile gözlerimiz buluştu, fazla da gülemiyoruz. Çünkü bize makyaj yapan kızın gözünde de aynı kuyruklu sürme var. Yine de tutamadım kendimi, ''Halloween yüzü oldu bu biraz'' dedim. ''Ay evet biraz fazla oldu'' dedi kız ve kuyruğun ucunu sildi. Gözlerimin altına da bir sürme çekti, bu sefer dedim ''Aynı Kim Kardashian'a benzedim!''. Ama kız, bunu ben makyajdan memnun oldum, Kim Kardashian'ı da beğeniyorum, ona benzedim diye sevindim şeklinde algıladı. Ben de bozmadım. Eve döndüğümde durum, bilgisayar başındaki Daniel'ın dikkatinden kaçmadı. Bana, ''evden çıkarken böyle makyaj yaptığını hatırlamıyorum'' dedi! Kahve içmeye diye çıkıp eve ful makyajla dönmek enteresan oluyor tabii.
Mac'te siyah bir çift vardı. İki erkek. Bir tanesi, hangi nemlendiricinin cildine iyi geleceğini, hangi göz kaleminin gözlerini daha belirgin kılacağını tartışıyordu çalışanlardan biriyle.
Sonra gittik bizim mahalledeki mall'a. Yılbaşı geliyor diye süslemişler. Laf açılmışken, bugün Giant denilen markete gittim. Bir elinde çan, kilise için Christmas (Noel) bağışı toplayan bir kadın. Tam kapının önüne dikilmiş. Her gireni taciz ediyor. Çanı yüzüme yüzüme çaldı, ''bağışta bulunmuyor musunuz?'' dedi. ''Yok'' dedim ben. Kinayeli kinayeli ''İyi tatiller!'' deyip yine çanı yüzüme yüzüme çaldı. Bağış yaparım yapmam yahu. Larry David anlar ne demek istediğimi eminim. Ben Christmas'ı severim halbuki. En güzel zamanıdır bu ülkede olmanın. Yol boyunca ağaçlar ışıklandırılır, evlerin bahçeleri süslenir, insanlarda iyimser, iyicil bir hava vardır. Onu bile sömürecek birileri çıkıyor.
Neyse kahve içelim derken derken, ''benim karnım acıktı Yelda'' dedim. Hesapta Giant'a gideceğiz, alışveriş yapacağız, Daniel da bize pizza yapacak. Satış bu satış, gittik bir restorana. Eve dönerken de Daniel'a hamburger götürdük, herkes mutlu oldu.
Sonra günlerden pazartesi oldu. Timuçin'i doktora götüreceğiz kontrole. Araba koltuğu olmadan taksiye binmek kanunlara aykırı. İki adımlık yol, her seferinde bizim randevumuz olduğu gün yağmur yağıyor, mecburen taksi çağırıyoruz. Sosyeteyiz ama arabamız yok işte. Koltuğu taksiye tak, çıkar ömür geçiyor. Bebek üşümesin, uyanmasın diye uğraşması ayrı. Doktorun ofisinde hasta çocuk patlaması olmuş resmen. Her odadan bir ağlama sesi geliyor. Daniel ile birbirimize bakıyoruz. Daniel, ''burada insan bütün gün boyunca oturursa aklını oynatır, nasıl dayanıyorlar acaba çalışanlar'' diyor. Timuçin pür dikkat, diğer ağlayan çocukları dinliyor, gözlerini kocaman kocaman açmış halde.
Pediatrist bulması çok zor oldu. Bizim apartmanın yanındaki pediatristi seçtik önce. İki kadın doktor. Ne güzel dedik, hemen yan apartman. Doğumu takiben hastaneye gelen bu doktorlardan biri, Timuçin'i öyle bir muayene etti ki, benim ağlamaktan gözlerim şişti, Daniel ise kadını tartaklamamak için kendini zor tuttuğunu söyledi sonradan. Kadında hiçbir sempati, insanlık belirtisi yok, benim kıyafet giydirirken nazikçe tuttuğum çocuğun kollarını neredeyse koparacak. Timuçin'in sesi hiç duymadığımız tonlamalara çıktı, çocuk kendini kaybedecek gibi ağlıyor. Bir de kadın beni azarladı, yok emzirirken öyle tutulurmuymuş da, niye formula da vermişiz de. Yahu beş dakika önce doğurdum ben bu çocuğu, kitaptan okuduk ama emzirmek herhalde pratik gerektiren birşey. Tabii bu tecrübeden sonra biz bu kadını şutladık. Zaten öbür kadın doktoru görmeye ofislerine bir gittik, iğrenç bir ofisleri var. Buzdolabına girmiş kadar soğuk, hiç yıkanmamış temizlenmemiş, yerlere atılmış pis pis oyuncaklar, hesapta çocuklar oynasın diye ve karanlık, az florasan ışıklı depresif odalar.
Bugün gittiğimiz ve bundan sonra pediatristimiz olan ise gayet iyi. Washingtonian (Washingtonlu) dergisinin doktorlar sayısında, bu bölgenin en iyi çocuk doktorlarından biri seçilmiş, bugün duvarda asılıydı gördüm. Ofis bir kere çok güzel, çok özenli. Çocuklara hitap ediyor. Ben bile bekleme odasında kendimi oturma odamdakinden daha rahat hissettim. Timuçin'e zatürreye karşı aşı yapıldı, bacağından. ''Annesi sen tut'' dedi bana doktor. Timuçin bana bakarken bakarken, iğneyi bacağında hissedince, inanmaz gözlerle baktı ve çığlığı bastı. Bana öyle geldi ki, ''bana bunu yapmalarına nasıl izin verirsin?'' diye şaşırdı oğlan. Hep böyle şeyler olduğunda Timuçin'den bile daha çok ağlıyorum. Eve kadar tuttum kendimi tabii. Evde kanepeye kendimi atıp hıçkırmaya başlayınca Daniel, ''yine ne oldu?'' diye bıkkınlıkla sordu. Cevap verebilecek kadar bile enerjim kalmamıştı. Hamilelik, lohusalık derken bakalım bu ağlamalar ne zaman bitecek.
Ha bir de şu var. Bu sabah evden tam çıkmak üzereydik, doktora giderken, Timuçin yediklerini üstüme çıkarıverdi. Hem Timuçin'in hem de benim kıyafet değiştirmemiz gerekti. İşte böyle, anne olmak çok eğlenceli bir şey! Şimdi bir oda bir salon sosyete apartmanımızda, her bir santimetrekaresi bebek eşyalarıyla kaplı bir şekilde oturuyoruz. Birkaç aya bu ülkeden gideceğimiz için daha büyük bir apartmana taşınmak veya gidip bebek eşyalarına göre dolap almak gibi şeylere kalkışamıyoruz. Neyse bugün çok iş bitirdik. Bebeğin doğum belgesi için başvurduk. Sigorta şirketine yeni pediatristin adını kaydettirdik. Bunları itiraf edeyim Daniel yaptı. Ben kanepede ağlarken. Ama o bunları yapınca ben de biraz rahatladım, kalktım tavuklu pilav yaptım. Yanına bir de salata. Hatta kusmuklu kıyafetlerimi bile yıkadım. Sonra da hazır Timuçin uyurken, yeni merakımız olan Lost'tan bir bölüm daha seyrettik.
Şimdi biraz Lost geyiği yapabilir miyim? Aslında ayrı bir yazı konusu Lost. ''Ben en çok Sawyer'ın karakterini beğeniyorum'' dedim. ''Ben de ben deee!!'' dedi Daniel heyecanla. Çoğunluk Jack karakterine bayılıyor galiba. Onun bu doğrucu tavrı beni çileden çıkarıyor. Herşeyin nasıl yapılması gerektiğine dair bir fikri var. Lidercilik oynuyor. ''Sen gelmiyosun Hurley!'' deyiveriyor mesela. Yok yaaa! Niyeymiş? Evlendiği sahne de baydı beni. Tutmuş kızın ellerinden, ağlıyor hüngür hüngür. Yahu kızlar ağlar öyle evlenirken falan! Senin ağlamaman lazım Jack! Hiç beğenmedim hiiiiç. Ben o kızın yerinde olsam, ''vazgeçtim evlenmiyorum'' derdim. Zaten kız da ayıp olmasın diye evlendi herhalde, o noktadan sonra geri dönmek zor olacağı için. Sonra dayanamadı Jack'in sulu gözlü kız hallerine, boşadı adamı. Ben de ağlamıştım Daniel ile evlenirken ama ben kızım, ağlarım! Ağlamaktan evlenemiyordum neredeyse.
Bizim maalle çok pratik valla. Yine bizim maallede sayılır, birkaç metro durağı ötede mahkeme evinde evlendik. Hatta metroyla gittik evlenmeye. Daniel gitti fiş aldı, sıraya girdi. Ben de, ''Daniel bunlar evlenme lisansı almak için bekliyor, bizim şu odaya girmemiz lazım, fiş sırasını beklersek bize verilen evlenme saatini kaçıracağız'' dedim. Daniel, ''otur bekle işte'' diye geçiştirdi. Aman bir sinirlendim, ne o öyle ''otur bekle!''. Sanırsın Türkle evleniyoruz! Topuklarımın üzerinde döndüm ''belki de evlenmememiz lazım!'' dedim. Çıktım gittim, kar yağıyor, ben mahkeme evinin etrafında tur atıyorum. Topuklarım katır kutur karlara girip çıkıyor. Kar havası beni açtı, geri geldim. Baktım Daniel hala sırada, elinde fiş. Sıramız geldi, ''aa niye kuyrukta beklediniz, bunlar lisans alanlar için'' dediler. Ben ''yaaa yaaaaa'' diye dönüp müstakbel eşimin yüzüne baktım. O da o günden bugüne, benim ettiğim ''belki evlenmememiz lazım'' lafını hesapta benim sesimi taklit ederek tekrarlayıp durur. Bir de hani ''hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde'' dedikleri bölüme geldik. Benim de tekrar etmem lazım, o kadar ağlıyorum ki hıçkırmaktan konuşamıyorum. Sırada bekleyenler var, adam tez bitirmek istiyor. Artık Daniel'ın bile sabrı kalmadı, elimi sıkıyor hadi hadi diye. Zor bela lafımı tamamladım da evlendik.
Özgür abim kırk yıldır söylüyor, ''Lost'u seyret bak, beğeneceksin''. Ali de söylemişti. ''Ben ABC'de biraz özet seyrettim yeni sezondan önce. Pek tutmadım'' diye ukalalık bile ettim her ikisine de. Özgür dedi ama, ''öyle özet seyretmekle anlamazsın. Tek tek seyredicen, bölüm atlamıycan''. Bir keresinde Handan'ı aramıştım. Meğer tam mısır patlatmış, Lost seyretmeye oturmuş. Konuşmayı bitirdik, tam kapatırken dedi ki, ''valla Denizcim, başkası olsaydı hayatta konuşmazdım. Senin bende bak bu kadar hatrın var, Lost'u bile bir kenara bıraktım''. Şimdi anlıyorum arkadaşlar.
Newer Posts
Older Posts
Home
Subscribe To
Posts
Atom
Posts
All Comments
Atom
All Comments
Önceki Yazılar
►
2012
(1)
►
August
(1)
►
Aug 05
(1)
►
2011
(2)
►
October
(2)
►
Oct 17
(1)
►
Oct 12
(1)
►
2010
(6)
►
July
(1)
►
Jul 11
(1)
►
March
(2)
►
Mar 26
(1)
►
Mar 14
(1)
►
February
(2)
►
Feb 05
(1)
►
Feb 01
(1)
►
January
(1)
►
Jan 18
(1)
▼
2009
(25)
▼
December
(2)
►
Dec 27
(1)
▼
Dec 01
(1)
sosyete mahallesinde (bizim maalle) vakit geçirmek
►
November
(1)
►
Nov 19
(1)
►
October
(3)
►
Oct 28
(1)
►
Oct 11
(1)
►
Oct 04
(1)
►
September
(1)
►
Sep 06
(1)
►
July
(2)
►
Jul 25
(1)
►
Jul 06
(1)
►
June
(2)
►
Jun 12
(1)
►
Jun 09
(1)
►
May
(3)
►
May 29
(1)
►
May 27
(1)
►
May 23
(1)
►
April
(2)
►
Apr 29
(1)
►
Apr 18
(1)
►
March
(2)
►
Mar 26
(1)
►
Mar 07
(1)
►
February
(3)
►
Feb 22
(1)
►
Feb 14
(1)
►
Feb 03
(1)
►
January
(4)
►
Jan 28
(1)
►
Jan 15
(1)
►
Jan 10
(1)
►
Jan 03
(1)
►
2008
(14)
►
December
(4)
►
Dec 29
(1)
►
Dec 13
(1)
►
Dec 10
(1)
►
Dec 04
(1)
►
November
(7)
►
Nov 29
(1)
►
Nov 26
(1)
►
Nov 22
(1)
►
Nov 19
(1)
►
Nov 12
(1)
►
Nov 08
(1)
►
Nov 05
(1)
►
October
(2)
►
Oct 31
(1)
►
Oct 25
(1)
►
September
(1)
►
Sep 30
(1)
takip edenler
Göz attıklarım
sibelİNkalemi
6 years ago
Anne Rose Writes
6 years ago
elif ada
7 years ago
Hilal's Notes
7 years ago
Inspirational
8 years ago
goks
9 years ago
PuCCa GüNLüK
10 years ago
SÖZÜN BİTTİĞİ YER...
11 years ago
THE COOL ADVICE
15 years ago
HANDE ATAY ALAM
"Meral Erdoğan / İllüstrasyonlar"