*Özgür abinin ilkokuldaki sınıf arkadaşından alıntı

Amerika'da, herşeyde olduğu gibi, hamilelik ve anneliğin de bir suyunu çıkarma durumu var. İkisi de çok güzel, çok kutsal ama bugünün Amerikasında kızlar, süper anne, süper kariyer kadını olmak üzere programlanıyor. Ondan sonra da neresinden toparlarsan toparla, ne kadar erken kalkarsan kalk, bir yeri eksik kalan hayatlarında neden mutlu olamadıklarını düşünüp duruyor, terapistlerin peşinde koşuyorlar. Bu akım, buradan başka yerlere de yayılıyor.

Hakikaten bazı kızlar vardır, ''girly girl'' diyelim yani ''kız gibi kız''. Daha yeni konuşmaya başladıklarında sorarsınız. ''Büyüyünce ne olmak istiyorsun?''. Cevaplar çok benzerdir: ''Prenses olmak istiyorum, gelin olmak istiyorum, anne olmak istiyorum''. Özgür'ün ilkokuldaki sınıf arkadaşıydı, ''ne olmak istiyorsun?'' sorusu sorulduğunda ayağa kalkıp, o sıralarda okudukları bir masaldan esinlenerek, ''ben püsküllü prenses olmak istiyorum'' demiş, bütün sınıfı kahkahalara boğmuştu. Bunu hatırladıkça hep gülerim. Prenses olmak istiyorum ama öyle aleladesinden olmaz, püskülü de olsun! Günümüzün kadını olarak hepimizde bir, püsküllü prenses olma çabası var az biraz. En harika anne biz olalım, çocuğumuzu süper yetiştirelim, onun hep yanında olalım, evimiz tertemiz olsun, kariyerimizde dorukta olalım, incecik olalım, güzel giyinmesini bilelim, en güzel, en sağlıklı, en değişik yemekleri biz pişirelim, aile bütçemizi en hesaplı şekilde idare edelim, en güzel misafir ağırlayan biz olalım, sosyal faaliyetlerde bulunmaya vakit ayıralım, sinemadan, müzikten, son çıkan kitaplardan, en son televizyon kültüründen anlayalım, seyahat edip yeni yerler görelim, kocamıza meyva soyup getirelim, ''kalan vaktimizde de!'' hep yazmayı tasarladığımız romanımızı yazalım. Tabii tabii. Püskülsüz olmaz. Bu püsküllü prenses durumu, Amerika'da epey bir azıtmış durumda. Resmen sosyal baskı var. Bir tanıdığım, bir gün gecenin üçünde kendisini buzdolabındaki yağlı parmak izlerini ovarken bulmuş. Sabah altıda kalkması, çocukları okula hazırlayıp işe gitmesi gereken bir kadın. O zaman düşünmüş kendi kendine, ''ben deli miyim, buzdolabındaki parmak izleriyle boğuşurken kendime hiç zamanım kalmıyor'' diye. Benim yazılacak yazım varsa, biliniz ki bozdolabının kapağında yağlı parmak izleri duruyordur. :) Yazı yazanlar bir tercih yapmak zorunda.

Eğer ''girly girl'' değilseniz, güçlünün yanında olmayı özlemlemişsiniz demektir. Erkek egemen toplumda yaşıyoruz. Çocuk etrafında gördüğü kişileri model alıyor. Ben mesela, babam gibi olmak istemişimdir. İşim olsun, para kazanayım, kitap okuyayım, ev idaresini, çocuk bakımını vs de başka birisi (annem) yapsın. Dün ''American Baby'' diye bir dergide şunu okudum. Bir kadın, anaokuluna giden kızıyla evcilik oynarken, ''hadi şimdi rolleri değiştirelim, ben bebek olayım, sen anne ol'' demiş. Kızından aldığı cevaba bakın: ''Ben anne olmam, baba olmak istiyorum, anneler çok yoruluyor!''. Aynen durum o durum. Anneniz sürekli bir yerlere yetişmeye çalışan, çok yorulan ama en yorgun olduğu zamanda bile gidip yemek hazırlayan kişiyse, baba olmayı istemeniz doğal. O yüce ''ben işe gidiyorum para kazanıyorum!'' cümlesi, aslında kolay bir çıkış yolu. Gelelim Amerika'ya. Burada öyle kesin ayrımlar yok. Kadınlar özgür! Neresi özgür, tabii ki değil. Eşitlik var, biz de çalışıyoruz. Ama annelikten gelen duygu, çocuklarını koruyup kollamak. Öncelik bu. Gözü yaşlı anneler, çocuklarını binbir zorlukla bakıcılara teslim edip, sonra da bakıcı parasını karşılamaya ancak yetecek paralar kazandıkları ve streslerine stres kattıkları işlere gidiyorlar. Sonra da eve dönüp temizlik ve yemekle uğraşıyorlar. Sanmayın ki, bunların sözde modern kocaları, işten eve döndüklerinde ev işlerine, çocuk bakımına katkı sağlıyor. Bir hatun, ''yahu bebek doğduğundan beri adam bir kez bez değiştirdi, bu kadar da olmaz'' diye ağlıyor. Bence de, bu kadar insafsızlık olmaz.

İşte bu herşeyde en başarılı olma güdüsün çocuğumu en iyi ben yetiştiririme nasıl dönüşüyor bunu biraz irdeleyelim. Ben itiraf edeyim, reklamlara kolayca kanan birisiyim. Birşey göreyim, okuyayım, bana öyle geliyor ki, eğer o şeyi almazsam veya verilen öğüt neyse hemen uygulamaya koymazsam zannediyorum ki hayatım kararacak. Çok safça birşey. Genellikle çok geç olduktan sonra yaptığımın farkına varıyorum. Şimdi tabii yeni bebek sahibi olduk, artık ağına düştüğüm tuzakların hesabı yok. Gittik ''Zen'' salıncak aldık Timuçin'e mesela. Üç kere sallandı, şimdi oraya doğru yaklaştığımızı görünce çığlığı basıyor. Hiç sevmedi. Salıncağın müziği var, bebeğin beyin gelişimini etkiliyormuş falan da filan. Müzik başlıyor ve bir iki dakika içinde Timuçin, kafasını sağa sola sallayıp ıkınıp sıkınmaya başlıyor. Belki de klasik müzik sevmiyordur! Sonra bir anneler forumunda okudum ki, bu salıncaklara ''neglect-o-matik'' diyorlarmış. Yani çocuğunu fazla umursamayan, kendi işine bakmak isteyen anneler, bu pille çalışan, titreşip sallanan nesnelere çocuğu emniyet kemeriyle bağlayıp, müziği de açıp bütün gün canının istediğini yapıyormuş. Ama çocuk ihmal edilmiş oluyormuş. Çocuk yetiştirme konusunda her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. O yüzden en sonunda hiçkimseyi dinlemeyip en iyi bildiğimiz şekilde, en aklımıza yatan şekilde davranmaya çalışıyoruz.

Çocuk büyütme konusunda birbiriyle çatışan seksen tane akım var. Bir tanesi Ferber metodu mesela. Üzerinde en çok tartışılan, ''cry it out'' yani ''bırakın bebe ağlasın, eninde sonunda susacak, sızıp uyuyacak'' metodu. Bir de bunun tam karşısında bir grup var ki, bebeğin daha ağlamaya hazırlandığını hissettiğiniz anda yatağından kapıp kucağınıza alıyorsunuz. Geçen gün yeni annelerin katıldığı bir internet forumunda şöyle bir kavgaya şahit oldum. Birisi bir soru ortaya atmış, ''kaç kişi bebeğiyle aynı yatakta uyuyor?''. Bebeğin anne babasıyla aynı yatakta uyumasına, ''co-sleep'' diyorlar. Cevaplayan yüz kişiden benim hesabıma göre sadece üç kişi, bebeğiyle gece aynı yatakta uyumuyor. Ben de bebeğimi yatağımda yatırmıyorum. Co-sleep yöntemini tutmayan annelerden bir tanesi, ''ben bundan biraz korkuyorum. Bir tanıdığımın bebeği anne babası tarafından uykuda ezildi. Cesaretim yok. Ama bunun yapılmasına karşı da değilim'' diye yazmış. Şimdi bu forum kavgaları da çok alem oluyor. İnsanlar yüz yüze olsa böyle kavga edemezler. Bir cadı hatun, hemen saldırıya geçmiş: ''Böyle bir şeyi nasıl yazabilirsin? Burada bebeğiyle uyuyan bir sürü insan var, hepimizi endişelendiriyorsun. Ayrıca ben de birisini tanıyorum. Bebek odasında uyuttukları bebeği sabahı çıkaramamış. Halbuki aynı yatakta olsaydı anne babasıyla uyuyor olsaydı, belki anne babası bir problem olduğunu farkedip müdahale edebilirdi''.

Aslında Amerika'da kavga etmek, ağız dalaşına girmek çok ayıp sayılır. Bir yerde bir kızgınlık belirtisi gösterin, herkes ayıplar. Bu işin medeni yolu, herşeyi konuşarak çözmektir, en büyük anlaşmazlığı bile. Türkler gibi tezcanlı insanlar böyle ortamlarda çok rahatsız oluyor. Biz ne yaparız? Yumruk atarız, sandalye fırlatırız, küfrederiz, çok can sıkacak bir laf sokarız. Kimse de ayıplamaz. Burada, gayet insani bir duygu olan kızmak ayıp olduğu için, zavallı Amerikalılar kinlerini içlerinde biriktire biriktire bir volkan misali her an patlamaya hazır sokakta dolaşıyorlar. O yüzden ben hiç bulaşmam, en sakin görünen Washingtonluya bile. Mesela şöyle bir haber hatırlıyorum. Otobanda iki kadın sürücü, yol verdin vermedin diye kapışmış, bir tanesi diğerini sollarken el işareti yapmış. Bunun üzerine öbürü, ''kenara çek çabuk'' diye işaret yapmış. Bunlar otobanda kenara çekiyorlar, arabaları arka arkaya park ediyorlar. Bir tanesi bagajdan silahını kapıyor, gidip diğer kadını, çat diye kafasından vurup öldürüyor. Sonra katil kadının Washington Post'a, ''bunu yaptığıma hala inanamıyorum'' diye demeci vardı. Ben inanırım.

Bilirsiniz bu ülke, silahı eline kapanın bir yer basıp orada hasbel kader oturanları gelişi güzel vurduğu bir yer. Adam doluyor doluyor, gidiyor bir McDonalds'a, bir Starbucks'a, artık önüne kim gelirse. Washington'da böyle olay mahalleri vardır. Kentin eskileriyle dolaşırsanız size anlatırlar, o sırada kahve almaktasınızdır, ''burada 1995'te çok meşhur bir silahlı baskın olmuştu, üç kişi ölmüştü'' diye. Ben Washington'a geldiğim sıralarda suç oranı korkunç durumdaydı. Şimdi şimdi biraz azaldı. Birgün Ümit'le haber peşinde koştururken bir kafede yemek molası vermiş, gazeteye göz atarken de ''bu yıl içinde Washington'da şu ana kadar 500 cinayet işlendi'' haberini okumuştuk. 500! Ve aylardan Nisan, bunu okuduğumuz zaman.

Bebek Giyen Anneler

Şimdi ''bebek giyenler'' diye bir sosyal kitle var bu ülkede. Amazon'dan bir kitap aldım. Adı, ''Taşı Beni''. İçinde İngiltere, Hindistan, İskoçya, Kenya, Ekvador, Amerika, Çin, Rusya, Peru'da anne ve babaların bebeklerini gerek sepet içinde, gerek sırtta, gerek göğüste renkli renkli, türlü çeşit kumaşlara, battaniyelere sararak ya da son teknoloji bebek taşımak üzere yapılmış nesnelerle nasıl taşıdıklarını gösteren resimler var sadece. Küçücük bir kitap.

Bizim eve temizliğe gelen Perulu Yliana, kitabın kapağını heyecanla bana göstererek, ''işte benim ülkemde bebekler böyle taşınıyor!'' dedi. ''Bu kumaş Peru'dan!''. Bebeğini, işlemeli bir örtüyle sırtında taşıyan Perulu bir kadının resmi var kapakta. Yliana, Guatemalalı arkadaşıyla birlikte geliyor ve iki buçuk saatte evi tertemiz yapıp çıkıp gidiyor. Ben evin temizliğini başkasına yaptırmayı sevmeyenlerdenim. Ama hamileliğimin sekizinci ayında, hiçbir iş yapmayı başaramadığım için mecburen temizlikçi arayışına girmiş ve bizim mahalle marketinde ilanını gördüğüm Yliana'nın numarasını not etmiştim. Şimdi de bebek doğduktan sonra, yine temizlik işlerine zaman ve enerji harcamak kadar zor bir şey olmadığı için Yliana'yı arada büyük temizlik işi için çağırıyorum. Bana, ''Misis Deniz'' diyor hep. Çok güleryüzlü, incecik, güzel ve akıllı bir hatun. Her gelişinde, ''Misis Deniiiz, oğlun çok yakışıklı, güzel yanakları var'' diyor.

Benim ilk elime geçen bebek taşıyıcı Baby Björn. Bazı şeyler var ki, onları hemen kullanmak istiyorsunuz. Bana da bu minik aleti elime aldığımda öyle olmuştu. Hadi hemen doğsun şu bebek de, Baby Björn'ün içine koyayım, gezmeye çıkayım. Timuçin doğduktan sonra, bu bebek taşıma işine iyice merak sardım. Daniel ben hamileyken, ''Sleepy Wrap'' diye birşey almıştı. Metrelerce uzun, genişçe bir şal gibi, streç bir kumaş düşünün. Onu kullanarak bir şekilde bebeği vücudunuza sarıyorsunuz. Değişik sarma yöntemleri var. Youtube'dan bunların türlü çeşidini bulmak mümkün. Tabii Youtube, Türkiye'de kapalı. O tamamen ayrı bir konu ve benim için çok can sıkıcı bir konu. Youtube, elim ayağım diyebileceğim kadar çok kullandığım bir şey. Grip olunca netipod denilen nesneden nasıl burna tuzlu su akıtılır, bebeğin tıkalı burnu nasıl temizlenir gibi sorularım olduğunda bunları Youtube'dan izleyerek öğreniyorum ben. Gitmeden, sarma yöntemlerini iyice bir öğrenip ezberlesem iyi olacak.

Sleepy Wrap, yeni doğmuş bebekleri taşımak için çok yararlı. Ama üçüncü ayı tamamlarken, bebeğin ağırlığı da arttığı için, bu streç kumaşı kullanması zorlaşıyor. Yerine ''woven wrap'' denilen ve streç olmayan başka bir kumaşı kullanmaya başlamak gerekiyor. Bunlar daha sağlam dokunmuş ve vücut yapınıza göre istediğiniz uzunlukta alabiliyorsunuz. Ben de gidip kendime kırmızı çizgili bir kumaştan, Fransız yapımı bir sarma aldım. Postadan çıkmasını heyecanla bekledim. Kutu, tam doğumgünümde ulaştı. İçinden, ekstra bir paket de çıktı. Bebeklerin bacaklarını sıcak tutsun diye çorap gibi birşey. ''Aa ben bunu ısmarlamadım ki'' derken derken, faturamın üzerinde ''Merhaba'' diye Türkçe başlayan bir not gördüm. Neboulle denilen bebek sarma kumaşını ısmarladığım ''Slings I Love'' adlı şirketin sahibi Giselle, Bora adlı bir Türkle evliymiş. Çift, bebek taşıma işinin yararına inandığı için, kendilerini bu işe adamış. Giselle ve Bora'nın notu ve hediyesi çok hoş bir sürpriz oldu. Yani öyle bebek taşıyıcısı almaya niyetiniz varsa, Amerika'da yaşayanlar için söylüyorum, gidin Giselle ve Bora'dan alın. Google'dan bulursunuz ''Slings I love'' diye.

Bebeği bu şekilde üstünde taşıma işlemine ''bebek giyme'' diyorlar burada. İnternette on yüz bin tane forum, grup var. Benim üyesi olduğum gruplardan birinde Baby Björn'den nefret ediliyor. Bunu kullanan anneler, babalar şiddetle kınanıyor. Niye diye soracak olursanız da, ''sizi birisi, bütün ağırlığınız bacak arasında toplanacak şekilde sarkıtarak taşısa hoşunuza gider miydi? Aynı şeyi bebeğinize yapmaya nasıl kıyıyorsunuz?'' diyorlar. Bunu okuyunca tabii, ''Allahım ben ne kötü bir anneyim, yeterince araştırmadan bunu kullandım'' diye uykularınız kaçıyor. Yine de şunu söyleyeyim. Bu annelerin Baby Björn hakkındaki tespiti ne kadar doğru, bilemiyorum. Bizim grupta tavsiye edilen, bebeğin ağırlığının popoda toplandığı türde bebek taşıyıcıları. Yani Ergo, Beco, Baby Hawk veya herhangi bir woven wrap.

Benim aldığım Neobulle woven wrap, 4.6 metre uzunluğunda. Boyumuza uygun. Böylece değişik taşıma stillerini denemek de mümkün. Timuçin'in ilk tepkisi, ''ulan yine başımıza ne haltlar açılıyo, ne oluyoruz?'' mealine geldiğini zannettiğim bir ağlama şeklinde oluyor. Beş metreye yakın kumaşı ve ağlayan, sizin yapmaya çalıştığınız şeye direnen çok hareketli bir bebeği aynı anda idare edip, Youtube'dan izlediğiniz sarma yöntemini hatırlamaya çalışmak sizi kan ter içinde bırakıyor. Ama üç kereden sonra, artık bu işin uzmanı oluyorsunuz. Aynı sarma yöntemi üzerinde bir süre çalışmak işe yarıyor. Pratik kazandıktan sonra ise, bu kumaşa sarılı, annesinin göğsüne başını yaslamış olan bebek beş on dakika içinde uyuyuveriyor. Yani zahmetlerinize değiyor. Son günlerde, bizim apartmanın uzun koridorunda Timuçinle böyle iki veya en fazla üç tur atıyorum, bir bakıyorum bebek çoktan uykunun derinliklerine kaymış gitmiş. Hatta çıt çıksa uyanan çocuk, başının üstünde telefonla konuşan annesine bile aldırmıyor.

Bizim bebek giyenler grubunun bazı üyeleri çok hassas. Markette, yolda bazı insanlardan gelen yorumlara canları sıkılıyor. Mesela bir adam, ''9 ay taşımak yetmedi mi'' demiş, bebeğini böyle sarıp sarmalayarak taşıyan bir anneye. Bazıları üç, dört yaşındaki çocuklarını bile taşıyor. Forumda günlerce bunun tartışması yapılıyor, o yorumu yapan adam topa tutuluyor. Özetle, Avrupa'da başlayan ve Amerika'da da son on yılda giderek yaygınlaşan bebek giyme, çocuğunu sevip sevmeme meselesi haline bile getiriliyor. Son yıllarda Amerika'da, yeni doğmuş bebeklerin, anne babaları tarafından araba koltuğunda taşındığını görüyorsunuz. Mesela doktora gelen bebeklerin yüzde 95'i, anne babalar tarafından araba koltuğunda taşınıyor. Biz de böyle yapıyoruz. Ama bizim forumda, bebeğini araba koltuğunda sağa sola götüren, bebek arabası kullanan anne babalar şiddetle eleştiriliyor. Neden? Çünkü bebeğin psikolojisinin yerinde olması, yeterli ilgi, sevgi görmesi için, anne karnındaki ortamın canlandırıldığı, bebek giyme en sağlıklısı diyorlar.

Anneme, almayı tasarladığım bebek taşıyıcılarının internetteki linklerini gönderdim. Bir tanesine bakıp, ''aynı tarlada çalışan kadınların, bebeklerini sırtlarına bağlaması gibi'' dedi. Aynen ondan. Şimdi büyük büyük şehirlerde de moda oluyor, özellikle son on yılda çok büyük bir rağbet var bebek taşımaya. Hatta, bebek arabası hiç alınmasın diye kampanyalar bile yürütüyor bazı anneler. Yeni doğmuş bir bebek, anne karnındaki ortamı istiyor sakinleşmek için. Sıkıca sarılı olduğu, annesinin kalp atışlarını, mide bağırsak seslerini duyabileceği, sıcaklığını hissedebileceği bir ortam. Diyorlar ki, mümkün olduğu kadar anne, bebeğini göğsünde, sırtında, belinde bu şimdi anlatacağım bebek taşıyıcı şeylerle taşırsa, o bebeğin psikolojisi daha iyi oluyormuş.

Üç çocuklu arkadaşım Alison'ın tavsiyesiyle Ergo'ya da baktım. Yani kumaşla bebeği sarma işiyle uğraşmanın çok zahmetli olduğunu düşünüyorsanız, bu tür, çat çat geçmeli kordonu olan, modern görünüşlü aletler çok ideal. Böyle ''çat çat geçmeli, kordonlu'' falan diyorum ya, muhtemelen bunu ifade etmenin daha iyi bir yolu vardır Türkçe'de ama ben bilmiyorum. Burada ''buckle up'' dedikleri türde geçmeli işte. Diğer bir tanesi Baby Hawk (BH) denilen bebek taşıyıcı. Bunun da türleri var ama bana Oh Snap denileni tavsiye ettiler, ondan da ısmarladım. Fakat bebek onun içinde minicik kaldı. Meğer bunlar iki, üç yaşındaki çocukları da taşımaya yaradığı için ona göre yapılmış. Şimdilik Oh Snap bir kenarda duracak. O yüzden Ergo'yu ve Neobulle'u kullanıyorum daha çok.

Şimdi bu yazı gereğinden uzun oldu. Hep bebek ağlamalarıyla kesilen ve farklı günlerde yazılmış iki ayrı parça yazıyı birleştirdiğimi söyleyerek okuyucunun affını rica ediyorum. Biraz karışık ve uzun olsa da, içinde yararlı bir iki şey var diye düşündüğümden kısaltmıyorum. Herkese sevgilerimle.

Not: Yukarıdaki resimler soldan sağa, Baby Hawk Oh Snap, Neboulle woven wrap ve Sleepy Wrap