''Nam's Posh Nails'' yazıyor kartta. Bu kartı bana Tracy verdi. Adı Tracy değil başka bir şey mutlaka. Tracy adlı bir Vietnamlı düşünemiyorum. Amerikalılar doğru telaffuz edemediği için, kolaylık olsun diye değiştirmiş olmalı. Bir daha gittiğimde gerçek adını sormalıyım Tracy'ye. Bazen merak ediyorum, Amerika'daki bütün manikür, pedikürcüler Vietnamlı mı diye.

Tracy'den önce Kevin vardı aynı dükkanda. Yine bir Vietnamlı çocuk. Kevin'e pedikür yaptırmak biraz garip gelmişti. Zaten pedikür yaptırmak denilen şeye alışmak yeterince zor bir şeydi benim için. Bir de Vietnamlı Kevin olunca bunu yapan, iyice zor. Ne diyeyim. Kevin, bütün Vietnamlılar gibi, benim anlamakta çok zorlandığım bir İngilizce aksanla konuşuyor. Bir de çenebaz! Sürekli, ''I am sorry Kevin, I don't understand you'' demekten yoruluyorum. Sorular soruyor hep. Arada bir iki kelime duyuyorum, tahmin ederek cevap veriyorum. Bu çenebaz Kevin ile öyle bir muhabbet kurduk ki, bana Avustralya'dan DVD ısmarladı. Getirmedim. Sonra da biraz korkarak gittim o dükkana. Şimdi bana, ''o kadar DVD ısmarladım niye getirmedin?'' diye soracak diye. Neyse ki ayrılmış Kevin, yerinde yeni bir kız vardı, adı Lee.

Lee, ufacık tefecik çıtı çıtı bir kız. Dükkandaki televizyon ekranında, ''Miss Congeniality'' oynuyor. Bir yandan, aynadan film seyrediyor. Sandra Bullock'un, daha önce seyrettiğim, fena halde ''chick flick'' (kadın filmi) kategorisine giren filmi. Filmi seyrederken o kadar eğleniyor ki, ben de seyrediyorum ve onunla beraber gülüyorum. Lee'nin saflığı ve çocuksu çoşkusu bana da iyi geliyor. Lee, ''bu kaçıncı seyredişim bilmiyorum. Ama her seferinde gülüyorum'' diyor.

Bir sonraki gidişimde Tracy ile tanışma şerefine nail oluyorum. Tracy ellerini beline koyup bana bir bakış atıyor ve, ''kaşlar?'' diye soruyor. Gülerek, ''iyi tamam, kaşlar da olsun'' diyorum. Tracy orta yaşlı bir hanım ve sert görünüşlü. Benim biraz canım sıkılmış zaten, ondan pediküre gelmişim. Bir kızarkadaşım tavsiye etmişti bu manikür pedikür işine başlamamı. ''İnsan teması Denizcim'' demişti. ''Biz Türkiye'de hep birbirimize sarılıyoruz, temastayız. Bu ülkede temas yok. O yüzden birisi sana manikür, pedikür yaparken dokunuyor, enerjini değiştiriyor!''. Zaman içinde bana da doğru geldi bu. Arada bir, özellikle de birilerine, bir şeylere canım sıkıldığında ''Nam's posh nails'' dükkanına bir uğruyorum. Çok çakık görünüşlü bir yer. Ama sırf böyle olduğu için benim hoşuma gidiyor. Bir samimiyet, bir gerçeklik hali var, türlü yapay nesnelerin etrafa serpiştirilmesine rağmen. Etrafta plastik çiçekler, arkadan ışıklandırılmış dijital ekrana yansıtılan ve suyun akıp gittiği izlenimi veren şelale resmi ve buna benzer bir sürü zevksiz şey var. Kevin, kendisinin çok bayıldığı bu şelale resmini beğenip beğenmediğimi ısrarla sormuştu. Etrafı allı güllü çiçeklerle süslü ''dijital şelale''. Adı gibi lüks değil yani bu dükkan.

Tracy önce kaşları hallediyor, ''doktorun minyatür ameliyat masası'' gibi birşeyin üzerine yatıyorum. Şikayet ediyor kalın kaşlarımdan. Fazla değiştirmeden biraz düzeltiyor. Arkasından pediküre geçiyoruz. Çok koyu mor bir oje seçiyorum. Adı, ''Siberya geceleri''!!! Tracy benim canımın sıkkın olduğunu hemen kavrıyor. Güler yüzlü bir hale bürünüyor birden. O da bana sorular soruyor, ama Kevin kadar çenebaz değil neyse ki. Biraz anne gibi davranmaya başlıyor Tracy. Bu hali hoşuma gidiyor.

Sonra, ellerini beline dayayıp ''manikür?'' diye soruyor. Gülerek, ''tamam'' diyorum. Bugün, anne gibi bir insanın şefkatli temasına ihtiyacım var. Çok güzel iş çıkartıyor hatun. Diyorum ki, ''bundan sonra ben hep sana geleceğim Tracy''. İşte o zaman, benim için kullandığı mani-pedi aletlerini plastik bir kutuya koyuyor. Üzerine de, benim adımı yazdığı küçük bir etiket yapıştırıyor. Bir dahaki gelişimde o kutuyu sormalıymışım Tracy'den. Böyle 245 kutusu var Tracy'nin. Giderken, Amerika'da hiç alışık olmadığım bir jest olarak, ''aman her neye canın sıkılıyorsa boşver, hiç değmez'' anlamına gelecek şekilde, kısacık boylu Tracy Teyze, sıkıca bir kucaklıyor beni. Kollarından akan anne şefkatini hissetmemek mümkün değil.

Ben oradayken Tracy sık sık, dükkanın sahibi Nam ile konuşuyor. Nam, Amerikalı bir adamla evli. Şişkoca bir oğulları var. Daha önceki gelişlerimden birinde görmüştüm. Nam güler yüzlü ama tam bir işkadını. Tracy, Nam ile Vietnamca konuşuyor tabii. Aklıma Seinfeld dizisinden bir bölüm geliyor. Vietnamlı manikürcüler kendi aralarında konuşurken Elaine, kendisi hakkında kötü bir şeyler konuştuklarından şüpheleniyor. Evet, belki de manikürcülerin büyük çoğunluğu Vietnamlı.

Etraftakilerin bilmediği bir dilde konuşabilme özgürlüğü hiç bir şeye benzemiyor. Bazen ben de, sokaklarda rahat rahat kendi dilimde küfür etme zevkini tadıyorum. Nasıl olsa kimse anlamaz diye. Arada bir anlayan çıkıyor. Bunu da, anlamlı anlamlı gülenlerden anlıyorum. Belki de, ''hahaaa deliye bak, kendi kendine konuşuyor'' diyorlardır. Geçen gün, bisikletçilerin, koşucuların, yürüyüşçülerin, roller blade'cilerin mekanında yürüyordum. Karşıdan gelen bir hatun, sanki arkadaşıyla konuşuyormuş gibi, ideal erkekte aradıklarını sayıyor, kendi kendine gülüyordu bolca. Acaba kulaklık mı takıyor, telefonda mı konuşuyor diye düşündüm. Hayır, kulaklık falan yoktu. Meraklı bakışlarımı kızgın bir bakış fırlatarak karşıladı. Hemen gözlerimi kaçırdım ve hızlıca yürüdüm. İşte böyle.

Sonbahar gelmiş bu arada.