Bugünlerde Cengiz Han ile ilgili bir kitap okuyorum. Geçen yıl, Bethesda'daki daha çok ''sanat filmleri'' (ne demekse) ve yabancı filmlerin oynadığı Landmark sinemasında ''Temujin'' adlı bir film izlemiştik Daniel ile. Neredeyse piyasadan kalkmak üzereydi ama yetiştik. Daniel ile ortak yanımız, ikimizin de martial arts yani savaş sanatlarına ilgi duymamız, kahramanlık, yiğitlik hikayelerini sevmemiz ve tarihle ilgilenmemiz. Bu yüzden, böyle bir filmi kaçırsaydık ayıp olacaktı. İyi ki de yakalamışız. Hemen Daniel'a, ''yahu bu Temujin, bizim bildiğimiz Timuçin'' dedim. O zaman daha ben hamile bile değildim ama kararlaştırdık ki, oğlumuz olursa adını Timuçin koyacağız. Gidişat da onu gösteriyor, bizim Birleşmiş Milletler gibi olacak ailemize bir tane Mongol isimli çocuk lazımdı zaten. Şimdi Mongol deyince bazılarınız ''ahahaha'' dediyse diye, şu notu hemen düşeyim ve bir kamu hizmeti olarak hemen sizi bilgilendireyim. Şöyle ki:
Şimdi okumakta olduğum kitabın adı ''Genghis Khan and the making of the modern world''. Yazarı da Jack Weatherford diye bir adam. Yazar diyor ki kitabında, ''Cengiz Han'ın klanı çeşitli isimlerle anıldı. Tartar, Tatar, Mughal, Moghul, Moal ve Mongol. Ancak bu isim daima bir çeşit lanet gibi anıldı. 19'uncu yüzyıl bilimadamları Asya ve Amerikalı yerli nüfusların daha aşağı bir sınıf olduğunu göstermek istediler ve bu grupları Mongoloid olarak nitelendirdiler. Doktorlar, üstün beyaz ırka mensup anneler, kafası normalden az çalışan çocukları doğurduğu zaman, bu çocukların karakteristik yüz ifadesini, çocuğun atalarından birinin bir Mongol savaşçı tarafından tecavüze uğramış olduğunun açık bir kanıtı olarak gördüler''. Yaaa yaaa...''Bükemediğin bileği öpeceksin'' demişler bizim yiğit Orta Asyalı atalarımız. Oysa Cengiz Han'ın o kuvvetli bileğini bükemeyenler, ''ay barbar adamlar, suratları da zaten bişeye benzemiyor, gözleri de çekik'' deyip çıkmışlar işin içinden.
Çok kısa süre önce okuduğum kitaplardan birinde, insan beyninin, ''bizi mutlu kılmak için değil, daha da önemli olan hayatta tutmak için'' programlandığı yazıyordu. Irkçılık da bu kategoride incelenmişti. Diyordu ki kitapta, ''görünüşte size benzemeyen birisi başka kabiledendir ve bu da potansiyel tehlike demektir. İşte bu yüzden beyaz ırka sahip birisiyseniz, çekik gözlü veya siyah birisini görünce, farkında bile olmadığınız bir savunma sistemi devreye girer. Beyniniz, potansiyel tehlike sinyali verir. Yabancı kabilenin adamları!''. Tabii ırkçılığın kökeninde başka kültürel ve toplumsal nedenler de var, ama ben bilimsel kısmına hayret ettim.
Cengiz Han'ın hikayesi çok etkileyici. Kitaptan altını çizdiğim cümlelerden biri: ''Cengiz Han'a kaderi gümüş tepside elden verilmedi. Cengiz Han, kaderini kendi çizdi''. Buradan da, Cengiz Han olarak anılmadan önce adı Temujin yani Timuçin olan bu adamın, kabile içinde dışlanmış ve hatta ölüme terkedilmiş, babasız bir aileden gelip, binbir tehlikeli deneyimden geçip gücünü tırnaklarıyla kazıya kazıya elde ettiğini anlıyoruz. Adamın başına neler geldi neler, biraz düze çıkar gibi oldu ki bir baktım daha 19 yaşında! O kadar olur yani. Bir de karısı Börte Hatun'a olan aşkından da çok etkilenmiş durumdayım Temujin'in. Her ne olursa olsun, hayatı boyunca sevdiği tek kadın. Sekiz yaşında tanışmışlar, Temujin o zaman beğenip gözüne kestirmiş, ''ben seninle evleneceğim'' demiş. İki günde eşinden sıkılanlara, zamanla aşkın geçtiğini savunanlara duyurulur. Börte Hatun'u daha Temujinle yeni evliyken kaçırmışlar, Temujin ne yapıp yapıp köy basıp karısını geri almış. Bir de bakmış Börte Hatun kendisini kaçıranlardan hamile. Jochi'yi kendi oğlu olarak benimsemiş. Yaa yaaa...
Bir tane daha altını çizdiğim yer. ''Her bir mücadelede Temujin, sürekli değişen askeri taktikler, stratejiler ve silahları yeni fikirlerle birleştirdi. Aynı savaşı iki kere savaşmadı''. Her günün birbirinin aynı, monoton olduğundan şikayet edenlere duyurulur. Nehirden akan aynı su damlası değil hiçbir zaman. Siz öyleymiş gibi algılasanız bile. Gelelim Temujin'in anlamına. Şimdi bizim oğlana da bu ismi koyacağız ya, annemden aldım ilk mesajı. Anneanneler, babaanneler daha heyecanlı oluyor, anne baba adaylarından bile. Annem, ''Timuçin dünyanın büyük hakimi demekmiş'' dedi. Baktım, ben de ona benzer birşeyler buldum internetten. Sonra Daniel'ın annesi de bir mesaj gönderdi, ''Temujin, demirci demekmiş, dünya lideri değil'' dedi. Bu okuduğum kitaba göre o zamanların kıymetli maddesi demirden türeyen isimler pek makbulmüş. Ama Temujin demircilikle de alakalı değil diyor kitap. Yazar günümüz Mongollarından şunu öğrenmiş, ''binicisi ne isterse istesin, bir atın gitmek istediği yere doğru koştururken gözündeki deli bakış''. Buyrun bakalım. Galiba bu ismi koyunca bizim oğlana söz geçiremeyeceğimizin de altına imzamızı atmış oluyoruz.
Dün bir yazı okudum internette. Diyor ki, ne kadar hapishaneleri dolduran suçlu varsa, hepsinin isimleri benzersizmiş. Michael, David, John gibi sıradan isimleri olanların hayatta başarılı olma oranı daha yüksekmiş. Halbuki şimdi Amerika'da bir trend var, çocuğuna en değişik ismi koymak. O zaman google'dan arayınca şak diye de bulunur hani. Ama Amerika'da, içinde ''ç'' harfi geçen bir isimle okula gittiğini düşünmek ve okuldaki diğer çocukların alaycı sözlerine hedef olmamasını beklemek mümkün değil. Daniel ise şöyle teselli etti beni, ''merak etme, ikimizin genlerini taşıyan çocuğumuzdan bahsediyoruz. Kendisiyle dalga geçecek her bir çocuğun dişini dökmekte ondan daha avantajlı konumda birisi olamaz!''. Bir anne için ne teselli ya! hahaha. Neyse ki biz Timuçin'in okul çağına kadar Amerika'da kalmıyoruz. Türkiye'ye dönmeyi planladığımız için, Timuçin gayet de uygun bir isim.
Geçenlerde, Amazon'dan üç kitap ısmarladım. Bir tanesinin adı, ''dinlemeleri için çocuklarla nasıl konuşmalı ve çocuklar konuşurken nasıl dinlemeli''. ''How to talk so kids will listen and listen so kids will talk''. Yazarları Adele Faber ve Elaine Mazlish. Başından bir bölüm okudum, çok hoşuma gitti. Neyse bu kitabı bir tanıdıktan duymuştum. Amazon'da şak diye ''üç kitabı birarada alın, çok ucuuuz'' reklamına kapılıp iki kitap daha alıverdim. Tabii bir tuzağa düşmüşüm. Bir tanesi, ''The perfect baby handbook''. Yazarı da Dale Hrabi diye bir adam. Zannettim ki, bebek nasıl bakılır konusunda bu kitaptan birşeyler öğrenirim. Şöyle bir karıştırırken anlaşıldı ki kitap, herşeyin mükemmelini elde etme konusunda özellikle uzmanlaşmış Amerikalılarla dalga geçmek. ''Mükemmel çocuk nasıl yetiştirilir?'' başlığını görünce, koşup gidip alıyorsunuz kitabı. Ne olur ne olmaz, belki faydası dokunur. Kitapta, çocuğuna değişik isimler bulmak isteyen anne babaların neden olduğu travmalar bölümü çok komik. Ama benim almak istediğim böyle bir kitap değildi.Şimdi bizim bir oda bir salon apartmanın salonunda portatif bir bebek yatağı, bir bebek arabası -ki bebeğinizle içine koyup arabayı iterken koşacağınız türden-, bir tane bebek araba koltuğu, türlü çeşitli bebek eşyaları duruyor. En son 14-15 yaşındayken basketbol oynadığım ve yıllar sonra da bir kere Tunalı'da yürürken sokakta karşılaştığım takım arkadaşım Ebru'ya buradan selam ve sevgilerimi yolluyorum bir kere daha. Şu Facebook denilen şey sağolsun, bunca senedir görmediğim Ebru ile yeniden temas kurabildim ve onun da Amerika'da yaşadığını öğrendim. Ebru bana bir kutu bebek eşyası gönderdi. Üstelik içinden, Ebru'nun kızı Defne'nin benim için özel olarak hazırladığı, üzeri bebek hayvan resimleriyle kaplı bir kart bile çıktı. En yararlı tavsiyeler Ebru'dan geliyor. İyi ki varsın Ebru. Bu arada bu yazıyı da, yine aynı takımdan arkadaşım Olçum'un mesajından sonra oturdum yazdım. Olçum'un benim bu yazıları okuduğunun farkında bile değildim, taa ki bana ''Bloguna en son 6 Temmuz'da yazmışsın. Hadi!'' diye mesaj atıncaya kadar...Tabii çok hoşuma gitti. Naber Olçum?
Yakında arkadaşlarım benim için ''baby shower'' diye bir şey yapacaklar. Toptan Amerikan adeti. Şöyle oluyor. Bir liste hazırlıyorsunuz, internet üzerinden. Bütün almayı planladığınız bebek eşyaları içinde. Hepsi resimleri ve sizin seçtiğiniz markalarla beraber. Sizin adınıza ''baby shower'' düzenleyen arkadaşlarınız, diğer arkadaşlarınıza davetiye gönderiyor. Bebeği olacak hatunun evi dışındaki birisinin evinde toplanılıyor. Siz de sanki bilmiyormuş gibi gidiyorsunuz, herkesin ortasına oturuyorsunuz. Arkadaşlarınız da, daha önceden tek tek sizin hazırlamış olduğunuz listedeki materyalleri hediye olarak size veriyor. Bir bir açılıyor paketler. Her paket açıldığında, ''ay çok teşekkür ederim, ne zahmet ettiniz'' diyorsunuz. Herkes, ''aaaaaa, çok güzel, aaaaaa, çooook şiriiiinn'' gibi laflar ediyor. Balonlar, süsler, hoşgeldin bebek yazıları etrafta. Şimdi sıkı durun, birisi, bebek bezi şeklinde pasta yaptırıp getiriyor toplantıya! Bebek bezi şeklindeki pastanın içindeki kahverengi çikolatanın neyi temsil ettiği ortada.
Ben bugüne kadar hiç baby shower'a gitmedim. Davet edilmediğimden değil, o sıralarda bebeklerle, annelerle hiçbir ilgim olmadığından. ''Sıkılırım ben öyle şeylerden'' düşüncesinden. İki arkadaşım, ''ne zaman senin baby shower'ı yapacağız, ne zaman liste hazırlayacaksın'' diyerek bir süredir beni sıkıştırıyordu. Hani insan nankörlük de etmek istemiyor. Hamile forumlarında, ''Benim için baby shower düzenleyecek bir arkadaşım bile yok. Zaten çağıracak kimse de yok'' diye hayıflanan Amerikalı anne adaylarını okuyorum hep. Millet, bayağı gözyaşı döküyor bunun için. Benim iki tane arkadaşım var, benden daha gönüllüler, hayır demek olmaz dedik, kabul ettik. Bir tanesiyle, ''ben bebek bezi şeklinde pasta istemiyorum'' gibi konuları konuşurken papaz olduk. Hatta en son telefon konuşmamızı, ''ben zaten baby shower falan istemiyorum. İyi günler'' diyerek bitirdim. Arkasından diğer arkadaşımdan kesin bir e-mail mesajı geldi. Aynen şöyle, ''Deniz! Sen istesen de istemesen de bu baby shower olacak!''. Hahaha. Ben de şartlarımı tekrar ortaya koydum: ''Bebek bezi pastası yok. Hediyelerin oturup listesini çıkarıp arkadaşlarımın eline veremem, bana bunları alın diye. Hiçbir süs, hoşgeldin bebek veya ona benzer yazılar yok. Sadece arkadaşlar arasında bir toplantı''. Bu koşullarda anlaştık. Valla ikisi de beni sevmeseler, bu kadar kaprise kimse katlanmaz ya, orası da ayrı. Sağolun kızlar.
Arkasından, dün görüştüğüm bu arkadaşlarımdan biri, ''Benim için bir şey yapıyorsun. Eve gidiyorsun ve şu şu web sitesinden bir hediye listesi hazırlıyorsun. Biz de sana ne alacağımızı bilelim. Gidip boş yere başka şeylere para vermeyelim. Senin de istediğin şeyler olsun'' dedi. Aynen dediğini yaptım. Eve geldim, liste hazırladım. Yani, I gave in. Baby shower olsun, ondan sonra nasıl geçtiğini de yazarım buraya. Şimdi arkadaşlarım, bütün kalelerimi fethettiğine göre, artık bebek bezi pastası gelse de sesimi çıkarmayacağım galiba. Kızlar...Şaka şaka...Sakın haaa!