Deniz'in Washington Günlüğü
Home
Posts RSS
Comments RSS
Edit
''On the Waves of Love'' (Aşkın Dalgalarında)
2:57 AM - Posted by deniz -
0 comments
Bir zaman önce, New York’ta MOMA kısa adlı Modern Sanatlar Müzesi’ne giden bir arkadaşım, ‘’sana son serginin broşürünü getirdim” demişti. Resimleri sergilenen Edvard Munch’ten başkası değildi. O broşüre bakarken bakarken, bitmeden sergiyi mutlaka görmem gerektiğini hissetmiştim.
New York öyle kolay gidilesi bir yer değil. Bazılarına sorsanız, ”iki adımlık yol” der, o başka tabii. Bu biraz, Ankara’dan İstanbul’a gitmesi gibi. Zaten Türkler genellikle, Washington-New York’u, Ankara-İstanbul diye karşılaştırma alışkanlığına sahiptir. Ankara ve Washington, memur kentidir. İstanbul tapılası dünya şehridir. New York, eşsiz bir dünya kentidir. Bu muhabbete girildiyse eğer, kaçınılmaz olarak, ”arkadaş New York’ta yaşanmaz ama gezmesi güzel” denilir. Kiralar ateş pahasıdır, trafik rezalettir ama New York’ta kanınıza giren bir şey vardır. Her şey o kadar büyüktür ki, caddeler, binalar, meydanlar, bir özgürlük duygusu gelir bana. Kalabalık ve gürültüden kafanızın şişmesine, yolda zor yürümenize ve toplanmamış çöplerden yerlere akan yağlara, pis kokulara aldırmazsınız.
Serginin bitmesine az bir zaman kala, -baharda sona ermişti- atladım trene, günü birlik, New York yoluna düştüm. Trenle New York’a gitmesi çok keyiflidir. Kafa dinlemeyi sevenlerdenseniz, muhakkak ‘’sessiz vagonda” kendinize yer bulmanız lazım. Trenlerde öyle biletler numaralı değil. Nerede yer bulursanız artık. Bu da bir keşmekeş yaratıyor kanımca. Tren doluysa, boş koltuğu buluncaya kadar, elinizde bavullarla vagon vagon dolaşmak zorunda kalabiliyorsunuz. Ama adet böyle, ne yaparsınız. Sessiz vagon, adı üzerinde, telefonla konuşulmayan, yüksek sesle sohbet edilmeyen, mümkünse hiç ses çıkarılmayan vagon. Sadece bir vagon var böyle. Öbür vagonlardan birindeyseniz, müzik vs dinlemek için kulaklıklarınız yoksa, acırım halinize. Washington-New York arası tren hattı, ”meşgul insanların” hattıdır. Genellikle iş seyahati için kullanılır. Bu meşgul insanların yüzde 95′i de telefonda konuşur.
”Tamam, ne var yani” diyebilirsiniz. Öyle dediyseniz, ”telefonda konuşan Amerikalı” konusunda fikriniz yok derim. Trende vagonun en önünde otururken, en arkada telefonla konuşan birisinin konuşmasını, hiçbir detayı atlamadan duyabilirsiniz. Belki, öndeki vagonun en arkasında oturan birileri bile duyabilir diye abartalım. Niyeyse, Amerikalı olmakla, çok yüksek sesle konuşmak arasında bir bağlantı var. Trendeki telefon konuşmalarında neler neler duyulmaz ki. Hani dinlemiyorum desem, yalan olacak. Zorla dinletiyorlar. Bir adam, borsa işleriyle ilgili talimat yağdırıyor iş arkadaşına. Bir başkası, kızının boşanmak üzere olduğunu ve bunun kendi başına nasıl bir sıkıntı çıkarabileceğini anlatıyor bir akrabasına. Bir kadın, akşam yemeği için hangi lokantada buluşacağını tartışıyor. Bu telefon konuşmaları birbirini bastırıyor. Bazen, üç buçuk saatlik tren yolculuğunu telefonda konuşarak geçirenlerle aynı vagonda oturma talihsizliğine düşüyorsunuz. Tabii yaptığım iş dolayısıyla, bu saygısız telefon konuşmacıları kervanına ben de katılıyorum bazen. Üstelik, başka bir dilde, yani Türkçe konuşuyorum ve bu yüzden etrafımdakilerin ekstra rahatsız olduğunu tahmin ediyorum.
Bir keresinde, bana bu sergi broşürünü getiren arkadaşımla takside arka koltukta yan yana otururken, birbirimize ne konuştuğumuzu duyurabilmek için neredeyse bağırıyorduk. Taksi şoförü, anlaşılamaz bir dilde telefonda birisiyle kavga ediyordu. Arkadaşım, inerken şoföre, ”çok kabasınız. Sizi kınıyorum. Bizim yolculuğumuzu berbat ettiniz. Bari bizden sonraki müşterilere yapmayın” demişti. Öyle serseme dönmüştük ki, ancak indikten sonra, adamın bizi gideceğimiz kongre binasının çok uzağında bıraktığını farketmiştik.
Ben tren yolculuğuna bayılırım. Kitap falan okumayı sevmem böyle yolculuklarda. Etrafı seyretmekten daha güzel bir eğlence düşünemiyorum. Gözlediğime göre, Amerikalılar’ın muhakkak bir meşguliyet bulması lazım. Nerede olursa olsun. Bu, bir saniye boş kalamama durumunu vahim bir şey olarak da görmüyorlar. Hatta, Seinfeld’de bir bölüm hatırlıyorum. Elaine, o sırada çıktığı bir adam, uçakta hiçbir şey yapmadan yol boyunca oturunca, onu kafası çalışmayan, boş birisi olarak görmüş ve terketmişti. Mutlaka elde okunacak bir kitap, kulaklıklar veya dizüstü bilgisayar lazım. Olmadı, açın telefon birilerine. Ümit’in haklı bir sorusu vardır bu durumla ilgili.. ”Madem bu kadar telefonda konuşacak arkadaşınız var, niye hepiniz yalnız geziyorsunuz?”.
New York’ta Penn Station’da indim. Doğrudan müzenin yolunu tuttum. Gitmeden, bir internet sitesinden, Munch’un resimlerini incelemiştim. Köprü üstünde, başını ellerinin arasına alan bir adamın bunalımının yansıtıldığı resmi ”Çığlık” en çok tanınan eseridir bu Norveçli ressamın. Sanırım ben sergiyi gezdiğim sırada bu eser kayıptı. Çalınmıştı. Sonra bulundu. Munch’un eserlerini çok beğeniyorum. Çünkü, gerçek hayatın içinden çekip çıkarılmış gözlemler, belli duyguların ifadesi bütün açıklığıyla orada. Bir oluşu, nasıl resmedersiniz? Munch işte bunu yapıyor. İnsani anksiyeteyi, yani ölümün kaçınılmazlığını, sıradan bir akşamüstü, bir köprü üzerinde, diğer insanlar arasında yürürken farkediveren kendisinin düştüğü bunalımı resmeden bir adam bu. Güneşin batışıyla, bir gün kendi ışığının da batacağını farkeden bir adam.
Söylediği bir söz var, beni çok etkileyen. Tam tırnak içi değil ama hatırladığım kadarıyla şöyle birşey, ”bu kadar acılı bir hayatım olmasaydı, bu resimleri yapamazdım”. Nedir bu acılar? Küçücükken annesini kaybetmesi. Arkasından daha küçük bir kız olan çok sevdiği kızkardeşinin ölümü. Arkasından, bir başkasıyla evli bir kadına delice tutulması. ”Sick Child”, yani ”Hasta Çocuk” resmi bana dokunan resimlerinden biridir. Hasta kızkardeş Sophie’nin, ölmeden önceki son anıdır bu. Bütün aile, üzüntüyle beklemektedir. Resme bakarsanız, oradaki ağır duyguyu hiç bir sözcüğün anlatamayacağı kadar yalınlıkla sergilediğini görebilirsiniz.
Bir resmi daha var Munch’un. Adı, ”On the Waves of Love”. Yani, ”aşkın dalgalarında”. Bu resimde, upuzun dalgalı saçlarıyla bir kadın uzanmaktadır. Saçları, bütün resmi dolduran dalgalar halinde resmin çerçevesinin dışına, hatta bence bütün evrene yayılmaktadır. Dikkatli bakınca, o dalgalı saçların hemen altında, kadının boynuna bir erkeğin başını yasladığı görülür. Çift, bütün evreni dolduran o aşkın içine gömülmüştür. Bu resmi yapan birisinin, aşkı bilmemesi mümkün değildir. Resmi yapana göre, kadın daha güçlü bir pozisyonda görünüyor. İyi veya kötü, evrenin getireceklerini kabul etmeye hazır. Erkek ise, kadının tutsağı olmuş. Onun saçının bir teli için, bütün evreni feda edebilecek gibi görünüyor.
Bu resimlerin verdiği duygularla, bir başdönmesiyle müzeden çıktım, Greenwich Village’e yollandım. Çok güzel bir İtalyan lokantasının bahçesindeki en güzel masada, tam ben oradan geçerken yer açıldı. Hemen lokantaya daldım. ”Bir kişi lütfen”. Kırmızı beyaz kareli bir örtü vardı masada. Kalabalık sokaktan gelip geçenlere bakarak, güzel bir yemek yedim. Sonra sokaklarda dolaştım. New York’un o renkli insan kalabalığının enerjisini içime çekerek. Arkasından, Penn station’ın yolunu tuttum. Trene atlayıp eve döndüm.
O sırada Avustralya’da olan Daniel’a telefonda, müze maceramı, resimlerin bende yarattığı hoş başdönmesini anlattım. Aşkın o bütün evrene yayılan dalgaları, Avustralya kıtasıyla Amerika kıtası arasında uzanıyordu.
Newer Posts
Older Posts
Home
Subscribe To
Posts
Atom
Posts
All Comments
Atom
All Comments
Önceki Yazılar
►
2012
(1)
►
August
(1)
►
Aug 05
(1)
►
2011
(2)
►
October
(2)
►
Oct 17
(1)
►
Oct 12
(1)
►
2010
(6)
►
July
(1)
►
Jul 11
(1)
►
March
(2)
►
Mar 26
(1)
►
Mar 14
(1)
►
February
(2)
►
Feb 05
(1)
►
Feb 01
(1)
►
January
(1)
►
Jan 18
(1)
▼
2009
(25)
►
December
(2)
►
Dec 27
(1)
►
Dec 01
(1)
►
November
(1)
►
Nov 19
(1)
►
October
(3)
►
Oct 28
(1)
►
Oct 11
(1)
►
Oct 04
(1)
►
September
(1)
►
Sep 06
(1)
►
July
(2)
►
Jul 25
(1)
►
Jul 06
(1)
►
June
(2)
►
Jun 12
(1)
►
Jun 09
(1)
►
May
(3)
►
May 29
(1)
►
May 27
(1)
►
May 23
(1)
►
April
(2)
►
Apr 29
(1)
►
Apr 18
(1)
►
March
(2)
►
Mar 26
(1)
►
Mar 07
(1)
▼
February
(3)
▼
Feb 22
(1)
''On the Waves of Love'' (Aşkın Dalgalarında)
►
Feb 14
(1)
►
Feb 03
(1)
►
January
(4)
►
Jan 28
(1)
►
Jan 15
(1)
►
Jan 10
(1)
►
Jan 03
(1)
►
2008
(14)
►
December
(4)
►
Dec 29
(1)
►
Dec 13
(1)
►
Dec 10
(1)
►
Dec 04
(1)
►
November
(7)
►
Nov 29
(1)
►
Nov 26
(1)
►
Nov 22
(1)
►
Nov 19
(1)
►
Nov 12
(1)
►
Nov 08
(1)
►
Nov 05
(1)
►
October
(2)
►
Oct 31
(1)
►
Oct 25
(1)
►
September
(1)
►
Sep 30
(1)
takip edenler
Göz attıklarım
sibelİNkalemi
6 years ago
Anne Rose Writes
6 years ago
elif ada
7 years ago
Hilal's Notes
7 years ago
Inspirational
8 years ago
goks
9 years ago
PuCCa GüNLüK
10 years ago
SÖZÜN BİTTİĞİ YER...
11 years ago
THE COOL ADVICE
15 years ago
HANDE ATAY ALAM
15 years ago
"Meral Erdoğan / İllüstrasyonlar"