Deniz'in Washington Günlüğü
Home
Posts RSS
Comments RSS
Edit
O gazeteci benim
10:09 PM - Posted by deniz -
0 comments
'’O gazeteci benim!’’ Amerika’nın ilk siyahi başkanı, pek sayın Obama’nın ilk denizaşırı ziyaretine eşlik eden. Hani 164 tane daha gazeteci vardı ama onları boşverin. Onlar, ‘’bir tek bendim, Obamayla ikimiz, Prezidan’ın uçağıyla gezdik’’ diye kendi gazete ve televizyonlarından hava atarken iyiydi. Amerikalı bir kadın gazeteci, ‘’senden kaptım muhtemelen!’’ dedi bana, gezinin Prag ayağında. Boğazı ağrıyormuş. Üç gündür, hapşıran, silmekten patlıcana dönen burnumla suçlu olarak beni seçmişti. Yazılarımızı yazalım, fotoğraflarımızı geçelim diye her gittiğimiz yerde kurulan basın çalışma merkezlerinde, kapalı ortamlarda mikroplar da dolaşıyormuş ve bir kişinin hastalığı, artık kimi bulursa çarpıyormuş. Öyle dedi bana. Ne cevap versem bilemedim. ‘’Olabilir’’ döküldü ağzımdan. Mahcup oldum, neredeyse özür dileyeceğim. Sanki bile bile hasta olmuşum ve bulaştırmışım bu meslektaşıma.
Ben hep hasta geziyorum Amerika’da. Yaz kış bu böyle. Bir ay hasta olmadan geçse, ‘’oh yaşasın’’ diye seviniyorum. Nedeni, Amerikalılarla Türkler arasındaki vücudun soğuğa dayanıklığı meselesi. Beni annem, her Türk çocuğu gibi, dolmalar gibi sarıp sarmalamış olmalı. Burada bakıyorum, bebekler ayakları çıplak, başları kabak kışın soğuğunda koşturuyorlar. Yani şaşırmamın anlamı yok aslında, Ocak ayında tek parmak terliklerle şakka şakka yanımdan geçen gençkızlara veya üzerinde bir gömlekle dolaşan adamlara bakarken. Ümit, ‘’bunları takip edeceksin, bakalım hasta oluyorlar mı?’’ diyor. Sanki işimiz yok da.
Her yer Amerikalılar’a sıcak geliyor, daralıyorlar. O yüzden havalandırma her daim açık. Bizi annemiz, ‘’evladım ceryanda oturma hasta olursun’’ diye yetiştirmiş. Camla kapıyı aynı anda açık bırakmamış. Şimdi her yer ceryan, otur oturabilirsen. İşimiz gereği hep otellerde toplantılardayız veya lobide bekleşiyoruz. Dona dona bihal oluyorum. Ama en kötüsü uçaklardır. Ziyaretimi anlatacaktım, dönüşümle başlayayım. Kafamda bere, üzerimde palto, onun üzerinde kaşmir bir şal, onun üzerinde United Airlines’ın verdiği iki battaniye. Zaten hastayım. Ben böyle ortamlarda dura dura nasıl iyileşeyim? Tam Türkiye’de annemiz kanepeden kalkmadan balla sütle beslemişken. Birazcık kendime gelmişken. Neyse şimdi iyiyim. Merak edeniniz olursa diye söyleyeyim.
Herkes bana, yediğin içtiğin senin olsun, şu geziyi bir anlat, neler oldu diyor. Washington’dan bir meslektaşım, nereden duyduysa, ‘’bilmemkimle bilmemkim kavga etmiş, hemen anlat ayrıntıları bana’’ diye mesaj atmış. Canım ne isterse onu anlatacağım. Fazla ayrıntıya da girmeyeceğim. Zaten ben burada siyaset yazmıyorum, onun dışında kalan, tamamen şahsi görüşlerimi yazıyorum.
Bitirilmiş gelinmiş gezinin de şu anda yazılası bir tarafı pek yok allasen. Ama şu kadarını söyleyeyim. Kendime basketbol torpili yaptırdım. Bir vakit Beyaz Saray’a Obama top oynasın diye pota kurulduğu zaman beni de davet edeceklerini söylediler. Beyaz Saray yetkililerine, ‘’aman pek Sayın Başkan Obama’ya, kendisini cılız bulduğumdan ve birebirde rahat yeneceğimi iddia eden bir yazı yazmış olduğumdan bahsetmeyin ha’’ dedim ama bilmiyorum ağızlarını ne kadar sıkı tutacaklar. Sonuçta, adını vermeyeceğim bu Beyaz Saray yetkilisiyle Tophane’de cami önünde, Ali arkadaşımızın aldığı simitleri paylaşmışlığımız var. İşte, var mısın meydan okumaya, şimdi Obama’yı birebirde nasıl yeneceğim üzerinde taktiklerimi geliştirmem lazım. Hayır, işin fenası, ilk gördüğümde adam gözüme kısa boylu ve zayıf gelmişti. Londra senin, Strasbourg benim, Kehl senin, Prag benim, Ankara senin, İstanbul benim demeden gezerken bir baktım, bu adam hiç de kısa boylu değil. Yine de korkmuyorum. Yine de iddia ederim, ben sayın Obama’yı tek potada bitiririm. Çift pota oynayamam o ayrı. Eskiden beri bilen bilir, ‘’Deniz koşamaz’’ derlerdi. Aslında ben koşamaz değildim de, çok üşenirdim.
Meğer sayın Obama da gripmiş benim gibi. Gezi boyunca basın toplantılarında hapşırdı durdu. Ben biliyorum ya nerede grip olduğunu. Geçen Beyaz Saray basın toplantısında tabii ki. Çünkü ben orada kaptım hastalığı. Belki de Obama’dan kapmışımdır. Ben bunun hesabını potada sormaz mıyım sayın Obama! Madem ki senin vatandaşın gazeteci kadın bana sordu.
Duygular, düşünceler o anda hissedildiği gibi sıcak sıcak yazılmalı. Çünkü sonra bir rüzgar eser, her şey değişir, unutursunuz zaten. Bir sahte olur anlatılanlar. Rüyayı hatırlamaya çalışır gibi. İşte o yüzden, ben de tam gezi sırasında bir boş kaldığım anda şunu yazmışım:‘’Hepimiz gazeteciler olarak o kadar şımardık ki, hani televizyon dizilerinde ”FBI!” diye bağırırlar ve herkes tıp oynuyormuş gibi donup kalır ya…Herkes FBI’ın gücüne saygı duyar falan. CIA gelse fayda etmez. FBI’dan daha büyüğü yoktur televizyon seyircisi için. Biz de öyleyiz, ”Beyaz Saray!” diye bağırıveriyoruz Hazır cevap. Kardeşim kolay mı, Beyaz Saraynan beraber seyahat ediyoruz. Atla deve değil yani.
Londra’da G-20 zirvesinde ve Strasbourg-Kehl’de NATO zirvesinde, bu hazırcevaplığımız ters tepiyor. ”Açın kapıları, yol verin, Beyaz Saray!”, ”ben beyaz saray gazetecileri ekibindenim” yaklaşımımız, bazılarını irite ediyor. Londra’da, gazetecileri uzun otobüs kuyruğunda bekletiyor, İngiliz güvenliği. Bu arada İngilizlerin memleketi çok kıymetli. O yüzden daha fazla üzmemek için bir daha gitmeyi düşünmüyorum. Eskiyor mu nedir çok dikkatli davranıyorlar kimi içeri aldıklarına. Hatta çıkarken bile, hiçbir yerde aranmadığım gibi arandım. Elimde, kolay değil, Beyaz Saray basın kartları var, Beyaz Saray yetkilileriyle seyahat ediyorum, onların uçağına biniyorum ama bir güvenlikçi hatun, her bir yerime dokuna dokuna aradı üstümü. Yahu gidiyorum gayri, derdiniz ne? Zaten kötü bi sarayları var. Gördüğüm tek güzel şey, taksilerdi. Bi de bana (Where to love?) yani (nereye gidiyorsun tatlım?) diyen orta yaşlı taksici beyefendi.
Obama Excel Center’dan ayrılmadan gazetecilere yolların açılmayacağını söylüyorlar. Haberlerin yetişmesi lazım. Nasıl yetişecek, herkeste bir telaş. ”Önce canlı yayıncılar!” diye bağırıyor bizim başımızdaki yetkililerden biri. Bir kenara ayırıyorlar canlı yayıncı Beyaz Saray gastecilerini. Geri kalan Beyaz Saraycılar kuyruktayız ama içimizde bir huzursuzluk. Kuyruk olmuş bir kilometre. Üç otobüs var deniliyor. Sırtımızda ağır çantalar bayılacak kadar yorgunuz. Canlı yayıncılarla aramızda bir kordon. İlk otobüse bindirmeye çalışıyor Amerikalı yetkililer canlı yayıncılarını. Kuyruktaki Beyaz Sarayla seyahat eden gruptan olmayan gazeteciler arasında kıyamet kopuyor. ”Nasıl olur, siz ne zannediyorsunuz kendinizi?”. Bir taraftan, canlı yayıncı olmayan Beyaz Saray gazetecileri olarak içimizde bir huzursuzluk. Acaba bir yolunu bulup, canlı yayıncıların arasına sızmalı mı, yoksa bu bir kilometre kuyruk bitmeyecek. Bu huzursuzlukla kordonu atlayan diğer meslektaşlarımı, huzursuz koyunlar gibi takip ediyorum düşünmeden. Ben tam kordonu atlamak üzereyken İngiliz kadın güvenlik görevlisi koluma yapışıyor. Ağzından köpükler saçarak, ‘’siz Amerikalılar! hiç manners (görgü) diye birşey yok” diyor. Amerikalı zannedilip ayrımcılığa maruz kalıyorum. Hem de İngilizler tarafından.
”For your information” diyorum kadına, ”ben Amerikalı değilim ama Beyaz Sarayla seyahat ediyorum”. Türk olduğumu söylemedim tabii, şimdi görgüsüz diye damgaladı beni, kendini bir halt zanneden kadın, bi de Türklüğümüze gölge ettirmeyeyim. O kısmını eksik bırakıyorum. Canlı yayıncı olmayan hepimizi, yeniden kuyruğa girmeye gönderiyorlar. ‘’Beyaz saray’a ayrıcalık yok!’’ diye bağırıyor Beyaz Saray’dan olmayan bir gazeteci.
Obama her gittiği yerde, ‘’ben hepinizin arkadaşıyım. Dünya, ben seni çok seviyorum’’ diye konuşuyor. Alkışlar alkışlar. Basın toplantılarında hazır cevaplığı ve komikliği göze çarpıyor. Hala bana söz vermedi. Valla küsmek üzereyim. Üstelik de, Beyaz Saraycılar, bir toplantı öncesinde, ‘’hazır ol, söz verebilir’’ bile demişlerdi. Şöyle esprili bir girişle bana söz verebilirdi mesela, ‘’Deniz! Duydum ki tek potada beni yenebileceğini iddia ediyormuşsun. Ben sahada konuşurum. Boş sözlerle meydan okumam. Seni Washington’a döner dönmez maç yapmaya davet ediyorum’’ diyebilirdi. Ben de ağırbaşlı bir şekilde gülümser, ‘’aman sayın Prezidan, neler söylüyorsunuz?’’ diye bir girizgah yapıp, ‘’Amerika Başkanı da olsa benim karşımda hiç kalır!’’ mealinden bir cümleyle devam edip, arkasından okkalı bir siyasi soru patlatarak sahneyi tamamlayabilirdim. Obama fırsatı kaçırdı.
Bekliyorum sayın Obama. Şu basketbol kortunu yaptırdıktan sonra, tarafıma bir davet gelmesini. Davet gelmezse, bileceğim ki, cesur sözleri korkmadan sarfetmenize rağmen, bir hatuna tek potada yenilmeye cesaret edemediniz. Bunu da anlayışla karşılarım. Ama bari lütfen, bana bir röportaj verin. O zaman söz, meydan okumaları keseceğim. Zor sormamaya da gayret edeceğim. Dedim ya, söz. (Parmaklarımı arkamda cross yapmış olabilirim tabii, ona söz veremem).
Newer Posts
Older Posts
Home
Subscribe To
Posts
Atom
Posts
All Comments
Atom
All Comments
Önceki Yazılar
►
2012
(1)
►
August
(1)
►
Aug 05
(1)
►
2011
(2)
►
October
(2)
►
Oct 17
(1)
►
Oct 12
(1)
►
2010
(6)
►
July
(1)
►
Jul 11
(1)
►
March
(2)
►
Mar 26
(1)
►
Mar 14
(1)
►
February
(2)
►
Feb 05
(1)
►
Feb 01
(1)
►
January
(1)
►
Jan 18
(1)
▼
2009
(25)
►
December
(2)
►
Dec 27
(1)
►
Dec 01
(1)
►
November
(1)
►
Nov 19
(1)
►
October
(3)
►
Oct 28
(1)
►
Oct 11
(1)
►
Oct 04
(1)
►
September
(1)
►
Sep 06
(1)
►
July
(2)
►
Jul 25
(1)
►
Jul 06
(1)
►
June
(2)
►
Jun 12
(1)
►
Jun 09
(1)
►
May
(3)
►
May 29
(1)
►
May 27
(1)
►
May 23
(1)
▼
April
(2)
►
Apr 29
(1)
▼
Apr 18
(1)
O gazeteci benim
►
March
(2)
►
Mar 26
(1)
►
Mar 07
(1)
►
February
(3)
►
Feb 22
(1)
►
Feb 14
(1)
►
Feb 03
(1)
►
January
(4)
►
Jan 28
(1)
►
Jan 15
(1)
►
Jan 10
(1)
►
Jan 03
(1)
►
2008
(14)
►
December
(4)
►
Dec 29
(1)
►
Dec 13
(1)
►
Dec 10
(1)
►
Dec 04
(1)
►
November
(7)
►
Nov 29
(1)
►
Nov 26
(1)
►
Nov 22
(1)
►
Nov 19
(1)
►
Nov 12
(1)
►
Nov 08
(1)
►
Nov 05
(1)
►
October
(2)
►
Oct 31
(1)
►
Oct 25
(1)
►
September
(1)
►
Sep 30
(1)
takip edenler
Göz attıklarım
sibelİNkalemi
6 years ago
Anne Rose Writes
6 years ago
elif ada
7 years ago
Hilal's Notes
7 years ago
goks
9 years ago
PuCCa GüNLüK
10 years ago
SÖZÜN BİTTİĞİ YER...
11 years ago
THE COOL ADVICE
15 years ago
HANDE ATAY ALAM
Inspirational
"Meral Erdoğan / İllüstrasyonlar"